Anasayfa / TÜM HABERLER / SİYASET / Kadir İnanır’dan çözüm süreci teklifi

Kadir İnanır’dan çözüm süreci teklifi

Türk sinemasının yaşayan en büyük aktörlerinden Kadir İnanır, 50. sanat yılını cuma günü seyircisiyle buluşacak ‘Kapı’ filmiyle kutluyor. Çözüm sürecinin akil adamlarından İnanır, barış için çalışmalarını hız kesmeden sürdürüyor ve ‘insan hakları savunucusu olarak hatırlanmak istiyorum’ diyor. 

Geçen yıl ciddi bir rahatsızlık geçirdiniz, bizi korkuttunuz. Şimdi nasılsınız?

Kötü günlerdi gerçekten. Beyne pıhtı atması çok yaygın bir hastalıkmış, bilmiyordum. Üstelik epey riskli, felç kalabiliyorsun. Pazar günü bir hastanede, bir buçuk saat içinde, 11 doktorun birden ameliyata girmesi benim için büyük bir şanstı. Aslında şanstan da ziyade; ben buna Tanrı’nın verdiği izin olarak bakıyorum.

Ölümden dönmek, birçok insanın hayata bakışını değiştirir. Çoğunluk da, ‘Hayat boş, kafaya bir şey takmamak gerek’ noktasına gelir. Sizin hayatınızda bir şey değişti mi?

Evet, haklısın. Çok şey değiştirir ama bende değiştirmedi. Artık ne kadar sağlıklı yaşayabileceğimi, yaşama ne kadar katkıda bulunabileceğimi az çok tahmin edebiliyorum. Zaten sonunda mutlaka gideceksin, bilimsel olarak zamanla yer çekimine yenileceksin. Ama eğer ‘Hiç hayat boştur noktasına geldin mi’ diye soruyorsan, cevabım hayır. Karakterim de buna müsaade etmiyor. Düşünsene, gözümün önünde bir cinayet işleniyor, polis ‘Kim vurdu’ diye soruyor. ‘Ben görmedim’ mi diyeceğim. Gördüm, gözümün önünde vurdular… Gerçeğin üstünü örterek yaşayamazsın, onu görmezden gelemezsin. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim İpek, elim ayağım tuttukça benden ‘bana ne’ sözünü duymayacaksınız. Sanatçılığımı bir kenara bırak, yurttaş olarak bu ülkenin temel sorunlarıyla ilgilenmeye devam edeceğim. O sorunların ortadan kaldırılması için verilen mücadelenin en önünde olmak istiyorum.

Hiç ‘Ben Kadir İnanır’ım. Şan, şöhret, konfor sahibiyim. E mücalede ettiğimde bazı çevrelerce de eleştiriliyorum. Ne gerek var?’ demediniz mi?

Yaşamın anlamının mücadelenin altında yattığına inanırsan, bu sözü etmek aklının ucundan geçmez. Ne kadar etken bunu kırıp dökmeye çalışırsa çalışsın, beni asla mağlup edemeyecekler. Ülkeme barış ve huzur gelsin diye verdiğim mücadele, hayatımın en güzel günleriydi. Şimdi bize bir senaryo verirler, kabul edersek oynarız, etmezsek oynamayız. Benim hayatımın kabul ettiğim senaryosu bu. Sadece kendi menfaatleri olduğunda ortaya çıkan sanatçılar da var, bunları toplum açık açık görüyor. Herkes bu dünyadan göçecek, insan gibi gitmek lazım. Bireysel mutluluğumun beş paralık değeri yok, ancak herkes mutlu olursa mutlu olurum.

Herkesin mutlu olması mümkün mü?

Mümkün tabii. Yaşam kalitesiyle doğrudan ilgili. Bunu, eğitim, sağlık sorunları, sosyal hayatın sıkışmışlığı, doğanın yok oluşu gibi olumsuz etkileyen birçok etmen var. Ancak bizler iyi yaşam hakkı mücadelesinden kaçmamalıyız. Az önce söylediğin gibi, dünya turuna çıkabilirdim, bireysel mutluluğum için ‘Bana ne’ deyip, olan biteni seyredebilirdim. Ben bu ülkenin güzelliğe kavuşması için birilerinin tekeline girmek zorunda olduğuna inanmıyorum. Yaşayan herkes ellerini birleştirmek zorunda. Bir de ‘Sanatçı sanatını yapsın’ diyenler var. Ne demek sanatçı sanatını yapsın? Sanatım benim keyfime bağlı değil ki! Bir kere yaptığım sanat çok pahalı. Dört kişilik ailenin sinemaya gitmesi maddi bir külfet. Bu ülkenin ekonomisi iyi olmazsa kim sinemaya gider? Ticari kuruluşlar reklam vermezse televizyonlar nasıl yayın yapar, nasıl ayakta kalır? Ben bir sanatçı olarak bu halkın içinde yaşıyorum, ona dokunuyorum, sorununu dinliyorum, çözmek için mücadele ediyorum. Oturup, ahkam kesmiyorum ki.

Türkiye bir çözüm süreci yaşadı. Siz de akil insanlardan biriydiniz. Dağ tepe ülkeyi dolaştınız, 50 yıldır da bu ülkede sinema yapıyorsunuz. Sizin gözünüzden Türk toplumunun en büyük sıkıntısı ne?

Eğitimsizlik demeyeceğim, eğitimsiz bırakılmışlık diyeceğim. Fakirlik demeyeceğim, fakir bırakılmışlık diyeceğim. Bakın aydınlık dünyayı görmesin diye karanlıkta bırakılmış bir toplum çok kolay kullanılır. Sistem dediğimiz mekanizma da kendi varlığını sürdürürken bundan beslenir. Ben o yüzden bu halka ‘Neden böyle düşünüyor’ diye laf etmem, elimden geldiği kadar da laf ettirmem. İleri bir ülkede toplumun beğenmediği bir şeyi uygulamaya kalkarsanız tepki görürsünüz. Tevekkel, yani her şeyi Tanrı’ya havale etmiş toplumlara ‘düşün’ ve ‘gör’ diyemezsiniz ki. Onun karnını doyurmak gibi temel başka sorunları vardır zaten. Ben asla halka kızmam… Biz ülkemizi sevmeyi öğrenmeliyiz, bu topraklarda yaşayan bütün kimliklerin, kültürlerin kıymetini bilmeliyiz, herkes için eşit fırsat yaratabilmeliyiz. Bu ülkenin nehirlerini, ovalarını hiçbir yerde bulamazsınız. Bir Konya ovasına iki tane İsrail sığar. Daha eğitimli, daha refah bir toplum için sürekli mücadele içinde olmamız ve durmadan, yorulmadan daha iyiyi aramamız gerekiyor.

Sizin meseleniz bu mu, ‘daha iyiyi aramak’?

Benim meselem şu: Bu ülkeden göçüp giderken ‘Vay be gitmese iyi olurdu’ dedirtmek, yolculuğa o sevgiyle çıkmak, saygıyla anılmak… Şu an hayatımın en güzel yıllarını yaşıyorum. Bir amaç uğruna bütün dünyayı dolaşıyorum. Tek derdim ülkemin insanları barışsın, mutlu olsun. Bu mücadelede öncü olmak istiyorum. İnsan hakları savunucu olarak hatırlanmak istiyorum. Ben bunu seçtim. Asla pes etmem, kimse beklemesin.

Pes etmenizi bekleyenler mi var?

Yolumdan çevirmek için beni yormaya, kızdırmaya çalışanlar oluyor. Bilsinler ki kızmıyorum, yorulmuyorum. İnsanların en doğal hakkıdır, savunduğum düşünceleri kabul etmeyebilirler. Bizim ekipte her düşünceden insan vardı. Bu ülkenin birliği, huzuru ve mutluluğunu kafatasçı bir anlayışla elinin tersiyle itenler topluma konuyu yanlış anlattılar. Kimse değişik yapılardan oluşan koca bir ülkenin tamamına bir gözle, bir açıdan bakmanın, bir kısmını sistem dışı bırakmanın savunucusu olamaz. Vatan dediğiniz şey, üzerinde herkesin yaşadığı bir toprak bütünüdür. Kimsenin tekelinde değildir. Bu ülkeyi kuşkusuz seviyoruz. Tam da bu noktada, sevgimize yüklediğimiz anlamlar farklı olabiliyor. Belki daha çok anlamak, daha çok düşünmek, daha çok empati kurmak sevgimizi derinleştirir ve ‘barış’a giden yolu çabuklaştırır. O zaman, ellerimizi, kalplerimizi barış için birleştirme zamanıdır.

Bir yabancı olsaydım ve ‘bana ülkenizi anlatın’ deseydim, nasıl anlatırdınız?

Seni davet ederdim, ‘Anlatılmaz, yaşanır’ derdim. Antalya’da kayak merkezine çıkarır, oradan teleferikle indirir denize sokardım. Sana bir boğaz gösterirdim, büyülenir kalırdın. Türkiye’nin iyi tanıtılması lazım. En büyük yardımcı da sanat olacaktır.

Bunca zamandır bu işlerin içindesiniz. Niçin aktif siyasete girmediniz?

Çok teklif aldım. Çiftçisinden işçisine, ekonomistinden sanayicisine, sporcusundan sanatçısına toplumun gerçek dinamikleri vardır ve ülkeyi yönlendirecek olan bu dinamiklerdir. Bu yüzden yaptığım işlerin daha anlamlı olduğunu düşünüyorum.

YALAN İNSANLIK SUÇUDUR

Yedi yıl sonra ilk sinema filminiz ‘Kapı’ ile seyirci karşısına çıkıyorsunuz. Ne beklediniz bunca zaman?

Beklemedim, çok film teklifi geldi. Ama artık yapacağım film, en azından bundan evvel yaptığım filmlerin kalitesini taşımak zorundaydı. Bana göre Türkiye’nin 105 temel sorunu var. Benim yaptığım filmler bu sorunların en azından birini işlemeliydi.

105 sorun mu?

Evet, bunun içinde kaçak elektrik sorunu da var, hastanelerin acili meselesi de… Temel sorunlar açığa çıkarılacak, bunu izleyiciye sunacaksın. O sorunun çözülmesi için de yol göstereceksin. Yani kameranı hayatın içine sokacaksın. Demiyorum ki, bireysel sancılar çekip, bulutlar üzerinde gezen iki âşık filmi çekilmesin. Ama benim tercihim bu değil. Şimdi bakıyorsun ‘50-60 yıl sinemacılık yaptım’ diyorlar, sinema tarihine geçmiş tek bir filmi yok. Tamam abimizsin, güzelsin de birader ne yaptın? Bir tane filminde de kamera bir sorunun içine girmemiş.

Sizin kameranız hep sorunların içinde miydi ?

Hep değildi elbette. O filmleri çekmek için sisteme uyduğum, ticari filmler yapmak zorunda olduğum zamanlar da oldu. Ama aynı adama Karılar Koğuşu’nu da çektirebildim ben. Bu arada dünyanın en fazla hapishane filmi çekmiş aktörüyüm. Kazara hapishaneye düşsem kendimi yatmış sayarım. (Gülüyor)

‘Kapı’nın senaryosu önünüze geldiğinde ne düşündünüz ?

İçeriğine baktım ve gördüm ki bu filmin bir meselesi var. İnsanlar çok etkilenecek, çünkü farklı bir film izleyecekler. En önemli yanı tarihe tanıklık etmesi. Değerli bir biçimde, slogan atmadan, insan vicdanının sızısına sığınarak anlatmaya  çalıştık. Gerçekten evrensel sinema değerlerini taşıyan bir film ve ülkemizde bu tür filmlerin izleyicisi hiç de az değil. Artık ticari filmler, dizilerdeki yazar eksikliği milleti yordu.

Mezopotamya’nın kalbinden 2019 Türkiyesi’ne uzanan bir film ‘Kapı’. Birlikte izledik ve canlandırdığınız Yakup karakterinden çok etkilendim. Ve sinemadan, kuvvetli bir ‘empati’ duygusuyla çıktım.

Bunu başarabildiysek ne mutlu, gayemiz buydu.

Filmde biri Süryani, diğeri Müslüman olan Aslan ile Esma’nın aşkının anlatıldığı bir bölüm var. Asla bir araya gelemez denilen iki insanın aşkı. Hem sizin canlandırdığınız Yakup’tan duyuyoruz hikayeyi, hem de bir fırsatçı olarak yetişmiş Remzi’den… Herkes kendine göre anlatıyor ve bu yaşanan sonun suçlusunu da değiştiriyor. Oysa tek bir gerçek var değil mi?

Ama o gerçeği görmek için aydınlanman gerekiyor. Bak sana bir şey anlatayım: Biz kalabalık bir aileyiz. Çok sevdiğim bir yeğenim var, adı da Barış. Yıllar önce onu Ankara’da bir kızla gördüm. Çok sevdim, ‘Kaçırma’ dedim. Gülerek ayrıldık. Sonra araya zaman girdi. ‘Biz evleniyoruz’ diye geldiler. Aile birbirine girdi, neden efendim kız Alevi’ymiş, oğlan Sünni. Hemen el koydum tabii. O kadar da hatırım var ailemde. Evlendiler ve çok mutlu oldular. Çocukların öyle bir derdi yok ki. Her şey doğrusunu anlatana kadar… Şimdi kızı en çok seven oğlanın ailesi…

En çok etkilendiğim sahne, siz kapının peşinden giderken Çukurcuma’da bir antikacıya giriyorsunuz. Filmi anlatacak değilim ama orada ‘Etik nedir biliyor musun’ diye başlayan uzun bir replik var. Ben size sorayım şimdi, etik nedir?

Bana göre yalan insanlık suçudur. Yalanı insan hafızasını zedeleyecek biçimde kullanırsanız ne etik bırakır, ne yıpranmamış bir yapı… Biz çok yalan söylemeye başladık, yalana sığındık, kendimize yalan söylemeye başladık. Nasıl insanlar vicdanlarını, merhametlerini bir yalan uğruna yok edebilirler, bunu anlamak mümkün değil.

Hep böyle miydik ?

Hayır, değerlerimiz yok oldu. Kültür erozyonu yaşadık. Bir ülkeyi topla tüfekle yıkarsınız ama sonra toparlanır. Japonya gibi… Ancak kültürünü yok ederseniz tamamen bitirirsiniz. Değerlerimizin değerini bilmemiz gerek. Bütün dünyayı gezdim. Başka hiçbir yerde, komşuluk hakkı diye bir şey duymadım. Söyler misin bana, ‘Tanrı misafiri’ başka nerede var ya da ’40 yıl hatırı olan kahve’?

Filmde kent eleştirisi de var. Siz şehre bakıyor ve ‘karınca yuvası’ diyorsunuz. Bugün yaşadığınız şehre bakınca ne görüyorsunuz?

Kentleşme ana sorunumuz. Kentleşegelen insanlara bakalım. İstanbul’un varoşlarında yaşayan ailenin sosyal görüntüsü, en yoksul köydeki görüntüden bile kötü. Hiç olmazsa orada toprağı, ineği vardı. Buradaki perişanlık. Bunlar sosyolojik gerilimleri arttırır. Her an her yerde kullanılmaya hazır bir insan potansiyeli yaratabilir. Onun için buraya gelen insanlara iş ve aş hazırlamadan kentleşmenin bir manası yok. Kimsenin ‘Başkasının sorunu beni ilgilendirmiyor’ deme şansı yok.

PARALARI YURT DIŞINA KAÇIRMAK AHLAKSIZLIKTIR

Türkiye geçen hafta yerel yöneticilerini seçmek için sandık başına gitti. Sonuçlar beklediğiniz gibi mi?

Kesinlikle. Doğru tahmin ettim.

Seçmenin mesajını nasıl okudunuz?

En önemlisi halk herkesi barışa, barışmaya davet etti. Gerilim istemiyor. Ekonomik huzur istiyor. Böyle olursa bütün sıkıntıları aşacağız demek istedi. Tabii şunu bilmemiz gerekiyor. Türkiye’nin birinci partisi AKP’dir. Bir şey yapılacaksa onu yanımıza almadan yapamayız.

Kilit kelimeniz barış…

Barış olmazsa hiçbir şey olmaz ki… Barışın olmadığı yere yatırımcı ve turist gelmez. Barışın olmadığı yerde üretim olmaz. Bütün evler, yuvalar darmadağın olur. İşin, aşın olmadığı yerde cinayetler, boşanmalar başlar. İş bulamayan belki suça karışır, hırsızlık, arsızlık başlar. Yazılı hukuk kuralları bozulur, herkes kendi hukukunu uygulamaya başlar. En fenalarından biri ülkeden kaçışlar başlar. Şunu söylemek istiyorum: Göreceksiniz bu ülke çok zengin olacak. Ortadoğu’daki bütün enerji kaynakları Türkiye üzerinden geçecek. Geçtiği yerde bölge insanları iş bulacak. Huzur olduğu için yatırım gelecek. Bütün önemli fabrikalar coğrafyanın merkezi diye burayı seçecekler. Kaçanlar geri gelecek. Yurt dışına para kaçıranlar da paralarını geri getirecekler. Git Avrupa’nın şehirlerine, Türkiye’den kaçanlar birbirinin omzuna çarpıyor. Bu ülkeden utanmadan çok para kaçırdılar. Çoğunlukla bu ülkede vergiler dürüstçe ödenmedi. Vergisi ödenmeyen yerde devlet ne yapabilir? Önce vatandaş, vatandaşlık görevini yapacak. Paralarını kaçıranlar geri getirsin. Ayıp, bir tane iş yapıyorum, faturayı kesiyorum, o gün KDV’si kesiliyor. Biz enayi miyiz yani? Paraları yurt dışına kaçırmak ahlaksızlıktır. Vatanını seven adam mücadelesini burada verecek. Kimse ülkesini terk etmesin.

hurriyet

Advert

İlginizi Çekebilir

İl Başkanı Kırıkçı: Bunun dışındaki hiç bir iddia gerçeği yansıtmıyor

(RHA AJANS/RHA) – Ak Parti İl Başkanı Abdurrahman Kırıkçı,"MKYK üyemiz ve İl koordinatörümüz gözetiminde AK …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

pendik escort bayan